30 Ekim 2018 Salı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ "Mehmet Arif DEMİRER" 29 EKİM 1953 ve 10 KASIM 1953 (ANAYURT Gazetesi Ankara, 29/30 Ekim 2018) -Sherrrill, ATATÜRK’ün devrimlerini anlattığı kitabında ATATÜRK’ü “asrın en büyük devlet adamı” olarak tanımlamıştır.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ 
Mehmet Arif DEMİRER
ANAYURT Gazetesi
Ankara, 29 Ekim 2018
ATATÜRK, 12 Temmuz 1935 tarihinde bir eski yabancı büyükelçiye, Amerikalı Sherrill, “Sadık Arkadaşım” diye hitap etmiştir.
Sherrrill, ATATÜRK’ündevrimlerini anlattığı,1934 yılında yayımlanan, kitabında ATATÜRK’ü “asrın en büyük devlet adamı” olarak tanımlamış ve (1) NUMARALI DEVRİMİN ATATÜRK’ün, Osmanlı enkazı üzerine 29 Ekim 1923’te kurduğu TÜRKİYE CUMHURİYETİ olduğunu belirtmiştir.
Türk Milleti, 29 Ekim gününü en büyük bayram olarak kabul etmiş ve 1924 yılından beri Başkent Ankara’da kutlamıştır.
29 Ekim 1954 tarihinden itibaren Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ANITKABİR ziyareti ve saygı duruşu ile başlamıştır. İlk kez 2018 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin Devlet Yetkilileri (Cumhurbaşkanı ve Bakanları, Danışmanları vd.) Cumhuriyet Bayramı günü Başkent Ankara’da olmayacaklar, Osmanlı’nın payitahtı İstanbul’da, adını bir türlü koyamadıkları yeni hava limanının resmi açılışını yapacaklardır.[1] Üzülerek kaydediyorum.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, 85 yıl önce bugün, 29 Ekim 1933’te, şöyle kutlamıştı 10.uncu Yılı:
“Türk Milleti! Kurtuluş Savaşı'na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun!
“Şu anda, büyük Türk milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim.
“Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti'dir. Bundaki muvaffakiyeti, Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkârane yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi göremeyiz; çünkü, daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz.
“Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi, en geniş, refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü, geçmiş asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket mefhumuna göre düşünülmelidir. Geçen zamana nispetle daha çok çalışacağız, daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda da muvaffak olacağımıza şüphem yoktur.
“Çünkü, Türk milletinin karakteri yüksektir; Türk milleti çalışkandır; Türk milleti zekidir. Çünkü, Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir.”
Yüksek karakter zedelendi, çalışkanlık sınırlandı, zeka yerinde duruyor ama her zaman olumlu işlerde kullanılmıyor. Cezaevleri doldu taşıyor. Ama 1933 yılında ve daha da muhteşem bir yıl olan 1938’de, ATATÜRK’ün asla aklına getiremeyeceği ölçüde milli birlik ve beraberliğin yerini bölünmüşlük aldı.
Öyle ki, 5 Kasım 1976 tarihli Milli Görüşçü Sebil Dergisinin kapağındaki “29 Ekim’de Bayram Olamaz” mesajı artık yadırganmıyor. Hatta uygulanıyor. Bu yıl 29 Ekim’de Bizans ve Osmanlı’nın payitahtında adını bir türlü koyamadığımız hava limanını işletmeye alıyoruz. Oysa pek ala 29 Ekim’de Ankara’da Anıtkabir’e[2], 30 Ekim’de de resmi açılışa gidilebilirdi.
1933 yılında 29 Ekim’de Cumhuriyet Bayramı coşku ile kutlanmış, 30 Ekim’de de görkemli bir törenle tam donanımlı bir tarım üniversitesi olan Yüksek Ziraat Enstitüsü açılmıştı.
[1] Yazıyı yazdığımda yetkililerin sabah Anıtkabir ziyaretinden sonra İstanbul’a gidecekleri konusunda yanlış bilgilendirilmişim. Düzeltiyor ve özür diliyorum.
[2] (1) numaralı dipnotta yazdıklarım,
29 EKİM 1953 ve 10 KASIM 1953
Mehmet Arif DEMİRER
ANAYURT Gazetesi
Ankara, 30 Ekim 2018 
O iki gün, 79 yıllık hayatımın en unutulmazları arasındadır.
1950 – 1957 yılları arasında Ankara Kolejinde okudum.
Önce izci, 1953 yılından itibaren de 24 kişilik trampet takımında ‘trampetçi’ idim. Ankara Kolejinin trampet takımı ile ATATÜRK Lisesi’nin boru takımı Ankara’nın en iyileri idi.
1950 – 1956 yılları arasında her yıl Hipodrom’da düzenlenen 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı resmi geçitlerine katılmış ve TSK’nın donanımındaki gelişmelere şahit olmuştum.
Resmi geçitte önce Ankara’daki bütün liselerin izcileri, ardından Harp Okulu öğrencileri daha sonra da TSK’nın çeşitli birimleri bugünkü Ankara Emniyet Müdürlüğünün yüksek binası ile 19 Mayıs stadı tesislerine kadar yürürdük. Yürüyüş esnasında şeref tribününün önünden geçerken Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanını, Celal Bayar, selamlardık.
1953 yılının benim için de Ankara Koleji izcileri için de önemli anıları var.
O yaz, orta okulu bitirmiş, Kıbrıs’ta bir İngiliz özel okuluna yatılı öğrenci olarak giderek üç ay İngilizcemi ilerletmiş ve satranç öğrenmiştim. Öğretmenim koyu bir Katolik (evlenmemiş) İngiliz bayandı. Cuma günleri onun için özel yemekler çıkardı.
Seyahat merakım nedeni ile orta okulu iyi bir derece ile bitirmiş olduğum için babam Devlet Hava Yolları’nın DC-3 uçakları ile şu uçuşları yapmamı sağlamıştı: Ankara –Lefkoşa, Lefkoşa – Beyrut, Beyrut – Lefkoşa ve Lefkoşa – Ankara.
Böylelikle 13 yaşımda Beyrut’u görmüş ve Arap dünyası ile tanışmıştım.
29 Ekim 1953 günü arkamdaki bu Kıbrıs ve Beyrut deneyimleri ile kendimi daha iyi bir lise bir öğrencisi imişim gibi hissediyordum. Ama asıl heyecanım 10 Kasım günü Anıtkabir’deki törene merdivenlerde görevli izci olarak katılacağım için idi.
Ankara erkek izcileri arasında Ankara Koleji erkek izcilerinin Anıtkabir törenine katılması kararlaştırılmıştı.
8 Kasım günü prova çalışması vardı.
Sabah erkenden okuldan Anıtkabir’e gittik, tabii yürüyerek ve yolda marşlar söyleyerek. Öğle saatlerine kadar tören günü nerde duracağımız, tören esnasında neler yapacağımız ve yapmayacağımız anlatıldı. Boş kaldığımız sürelerde mozolenin her tarafını gezdik ve o koca bina ile tanışmış, ATATÜRK’ün vatan toprağına kavuşacağı yapıyı kendi evimizmiş gibi sevmiştik.
Tören günü güneşli ve pırıl pırıl bir gündü. Sabah erkenden merdivenlerde yerimizi almış, ATATÜRK’ü bekliyorduk. Saat bire doğru geldiler. Subaylar tabutu özel olarak yapılmış platforma yerleştirdiler ve Cumhurbaşkanı Bayar nutkunu okumaya başladı.
“… bil ki hakiki yerin, daima inandığın ve bağlandığın Türk milletinin minnet dolu sinesidir.” diye bitirirken ağlıyordu. 
Ben mozoleye önden bakarken solda üst sırada orta baştan ikinci idim.
Bayar ile aramdaki uzaklık yaklaşık 10 metre kadardı.
Mozolenin önündeki geniş alan Türkiye’nin dört bir tarafından gelmiş heyetler ile dolmuştu.
O gün Anıtkabir’de üç Demirer vardı: Ben (görevli), babam Arif Demirer, PTT Genel Müdürü ve amcam Galip Demirer, Afyon Heyeti Başkanı. Akşam babam PTT’nin yeni çıkardığı Anıtkabir ve ATATÜRK pullarını getirmişti.
Demirerler o gün Cumhuriyet’e ve ATATÜRK’e görevlerimizi yapmış olmanın huzurunu yaşadık.
Yakında yeni kitabım çıkacak: 10 Kasım 1953 günü ATATÜRK’ü Vatan Toprağına Kavuşturmuştuk. 10 Kasım 1953’ün öyküsünü ve heyecanını yazacağım.
O unutamadığım gün karar vermiştim: ATATÜRK’ü her yönü ve yanı ile öğrenmeye ve tanımaya.
Hiç durmadım.

27 Ekim 2018 Cumartesi

Mehmet Arif Demirer "TÜRKİYE CUMHURİYETİ.CUMHURİYET BAYRAMI" Asrın en büyük devlet adamı

TÜRKİYE CUMHURİYETİ
CUMHURİYET BAYRAMI
ATATÜRK, 12 Temmuz 1935 tarihinde bir eski yabancı büyükelçiye, Amerikalı Sherrill, “Sadık Arkadaşım” diye hitap etmiştir.
“asrın en büyük devlet adamı”
Sherrrill, ATATÜRK’ün devrimlerini anlattığı, 1934 yılında yayımlanan, kitabında ATATÜRK’ü
“asrın en büyük devlet adamı” olarak tanımlamış ve (1) NUMARALI DEVRİMİN ATATÜRK’ün, Osmanlı enkazı üzerine 29 Ekim 1923’te kurduğu TÜRKİYE CUMHURİYETİ olduğunu belirtmiştir. Türk Milleti, 29 Ekim gününü en büyük bayram olarak kabul etmiş ve 1924 yılından beri Başkent Ankara’da kutlamıştır. 29 Ekim 1954 tarihinden itibaren Cumhuriyet Bayramı kutlamaları ANITKABİR ziyareti ve saygı duruşu ile başlamıştır. İlk kez 2018 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin Devlet Yetkilileri (Cumhurbaşkanı ve Bakanları, Danışmanları vd.) Cumhuriyet Bayramı günü Başkent Ankara’da olmayacaklar, Osmanlı’nın payitahtı İstanbul’da, adını bir türlü koyamadıkları yeni hava limanının resmi açılışını yapacaklardır.

Üzülerek kaydediyorum, 
29 Ekim 2018
MEHMET ARİF DEMİRER
NOT: 
25 Eylül 2018 tarihli yazımda yeni hava limanının adının ‘CUMHURİYET’ olmasını önermiştim!..

22 Ekim 2018 Pazartesi

16 Yıllık AK Parti İktidar Büyük Bir Sanayi Yatırımı İle Övündü: STAR RAFİNERİSİ "MEHMET ARİF DEMİRER" İdam Cezası mı, Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis mi? - ARA GÜLER’in Ardından

16 YILLIK AK PARTİ İKTİDARI BÜYÜK BİR SANAYİ YATIRIMI İLE ÖVÜNDÜ: STAR RAFİNERİSİ

ANAYURT Gazetesi
Mehmet Arif Demirer 
23 Ekim 2018

16 yılda bir rafineri. Kapasitesi de muhteşem: Yılda 10 milyon ton ham petrol işleyecek.
Bu yatırımın büyüklüğünü nasıl ölçeceğiz? Hangi yatırım ile kıyaslayalım?
Bir örnek: 27 Mayıs Darbesinin yaşandığı 1960 yılı.6 Ocak günü Menderes tamamı, ABD ağırlıklı yabancı sermaye yatırımı ATAŞ rafinerisinin temeli atıyor. Aynı yıl 23 Nisan günü Amerikan Caltex’in% 50 sermaye ile katıldığı İPRAŞ rafinerisinin de temel atma töreninde de Menderes koyuyor harcı. 1960 yılında petrol ürünü ithalimiz 1 milyon tonun üstünde idi. Var olan tek rafinerimiz Batman I ise yılda 330 bin ton kapasite ile çalışıyordu.
ATAŞ’ın kapasitesi 3.2, İPRAŞ’ın (bugün adı TÜPRAŞ) kuruluş kapasitesi 1 milyon tondu.
Bu durumda 2018 yılında 10 milyon ton kapasite her ne kadar ATAŞ’tan da İPRAŞ’tan da daha büyük ise de 1960 ile 2018 arasında da nerdeyse 60 yıl fark var !
Sözü Menderes’ten açmış iken bir arkadaşım uyardı. Nihat Genç adında bir odatv sayın yazarı Menderes’i yine idam etmiş, bir yazısında:
“Adnan Menderes hükümetine 280 milyon lira ve 200 ton altın bırakılır. Menderes iktidarının ilk dönemi 1950-54 bu parayla sefasını yaşar, 1954'de para biter. Kamuoyundaki infiali perdelemek için Atatürk'ün evi yakıldı diye yalan haber yapılır ve tarihimizin en utanç verici sahneleri Beyoğlu baskınlarında yaşanır…”
14 Mayıs 1950’de döviz rezervi SIFIR, altın rezervi ise 127 ton idi. Bunun 4 156 kilosu rehin edilmiş olduğundan devredilen rezerv 122 ton 844 kilo idi. Kaynak: Merkez Bankası.
Devredilip, al da bol bol harca denen bir TL stoku da yoktu. O kadar ki, Hazine Genel Sait Naci Ergin % 13 bütçe açığını kapatmak için Marshall Yardımları fonundan 50 milyon dolar avans talep etmişti. Kaynak: Meclis’te bütçe görüşmeleri.
18 Eylül 1948 günü Başbakan Maliyeci Hasan Saka Anadolu Ajansı aracılığı ile bir açıklama yapmıştı: Paramız yok, şeker fabrikası kuramıyoruz. (O tarihte 10 ton altın ile kurulabiliyordu) Dövizimiz yok, şeker ithal edemiyoruz. Bu nedenle tüketimi kısmak için şeker fiyatına makul bir zam yapıyoruz: % 60 !Kaynak:19.9.148 tarihli ULUS Gazetesi.
Menderes’e devredilen dış borç 916, 27 Mayıs’ta dış borç 1 038 milyon dolar idi. Artış 122 milyon dolar. Kaynak: DPT Yayını (No 772) Kalkınan Türkiye 1923 – 1968, sayfa 14.
Menderes yatırımlarından birkaç örnek:
13 Şeker Fabrikası.
19 Çimento Fabrikası.
Elektrik üretimini 790 milyon kwst’ten 2 milyar 800 milyon kwst’eyükselten HES’li barajlar ve termik santraller. Enterkonnekte sistemin ilk aşamaları.
40 km kışın da geçit veren karayolu.
8 büyük liman.
3 hava limanı (Uluslararası trafiğe uygun: Yeşilköy, Esenboğa, Adana)
Kardemir’in % 200 oranında tevsii
ERDEMİR yatırımının ABD’den yabancı ortağı, lisansörü ve dış kredisi.300 milyon dolarlık yatırımı gerçekleştirecek şirket 11 Mayıs 1960 günü kurulmuştu.
Menderes 10 yılda 8 milyar dolar yatırımı fiilen gerçekleştirmişti 27 Mayıs’ta devam eden yatırımların toplamı ise 2.8 milyar dolar idi. Kaynak: DPT Birinci Beş Yıllık Plan, sf. 16.
1955 yılında kamuoyundaki infialin (arz talep dengesizliği ve enflasyon nedeniyle) tek bir nedeni vardı: Köylere yol ulaşmış, köy bakkalları oluşmuş, daha önce ulusal üretimden pay almayan kendi ürettiği ile yetinen köylü artık şeker yer, yavaş yavaş çimento da tüketir olmuştu. Öyle ki 1955 yılında yedi yeni şeker fabrikası tam gaz üretimde iken şeker tüketimi sınırlanmıştı: ayda 250 gram/kişi.
Gelelim 6 Eylül gecesi İstanbul’da yaşanan 4 saatin (20:00 – 24:00 arası) olaylarıma.
Eğer Sayın Genç bir kargo adresi lütfederse kendisine sahibi ve yazarı olduğum Kemalist demokrat TÜRKİYE Dergisinin son sayısını (2018/V) göndereyim, o olaylar ve o Eylül ayı hakkında doğru bilgi sahibi olsun, böyle gerçekdışı şeyler yazmasın. Yakışmıyor.
SONSÖZ: Menderes karşıtı yazılar AKP’nin işine yarıyor, Merkez Sağ seçmenini bu partiye sımsıkı yapıştırıyor, Necip Fazıl’ın Menderes’e bir mektubunda ellerinden öptüğü gibi.
KAYAKÇA:
Demirer, Mehmet Arif. Demokrat Parti’nin Yatırımları, DP Yaşında Serisi No 2 2006
Demirer, Mehmet Arif. Demokrat Parti ve Tarım, DP Yaşında Serisi No6, 2006
İDAM CEZASI MI, AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET HAPİS Mİ?

ANAYURT Gazetesi 
Mehmet Arif Demirer 
22 Ekim 2018

Daha insani?
Hatırlatma: TBMM'de DSP (Ecevit) – MHP Bahçeli) – ANAP (M. Yılmaz) Hükümeti (57. Hükümet) döneminde 3 Ağustos 2002'de “Savaş ve çok yakın savaş tehdidi hâllerinde işlenmiş suçlar hariç” idam cezası kaldırılmıştı.
Türkiye; 57. Hükümet döneminde (Mayıs 1999 – Kasım 202) Merkez Sağ’ın yok olduğu 2002 Erken seçimleri (Bahçelinin isteği üzerine) dahil her türlü olumsuzları, 2001 Krizi gibi, yaşamıştı.
Eylül ayında 1957 lise mezunu arkadaşlarımla (1957’de 17 – 18 yaşlarında idik) bir akşam yemeğinde bir araya geldik; 79 – 80 yaşlarında otuz kadar genç !
Yemekte herkesin (başta benim) anlatacağı, son yıllarda geçirdiği hastalıkların ayrıntıları, birinci konu idi. Kanserden bel fıtığına kadar uzun bir liste.
Herkesin evinde küçük bir ecza deposu olduğu bilgilerini paylaştık.
Şimdi burada durunuz ve bahsettiğim bu otuz kişinin ihtiyaç olduğunda istediği (en iyi) doktora gidebildiğini, kendi evlerinde haftada birkaç gün için dahi olsa yardımcılarının desteği ile aile ortamında yaşamlarını sürdürdükleri bilgisini kaydediniz.
Sıra, cezaevlerinde bulunan, benzer yaşlarda, müebbet ve/veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış tutuklulara geldi. Onlar da benzer sağlık sorunları ile ama kapalı cezaevi koğuşlarında veya küçük odacıklarda, boğuşuyorlar…
Lafı uzatmadan önerimi açıklıyorum:
T. C. Cezaevlerinde bulunan 70 yaş üstü tüm hükümlülerin (Sağlık sorunu var mı, yok mu diye bakılmaksızın) acilen, Amerikalı Papaz’a gösterilen anlayışa benzer bir şekilde, adli kontrol altında evlerine çıkarılmaları.
Papaz Brunson ev hapsinden de memnun kalmadığı için onu tahliye ediverdi Hukuk Devleti Türkiye Cumhuriyeti. Adam da birkaç saat içinde uçtu Beyaz Saray’a gitti.
Bizim 70 yaş üstü hükümlülerimizin gidecekleri tek mekan er veya geç Vatan Toprağı.
Bu insanları madem ki, insani nedenlerle idam cezasını kaldırdık, yetmişli yaşlarında her türlü sağlık sorunları ile boğuşurken her gün manen öldürmeye aynı insani nedenlerle hakkımız olmamalı.
Önümüzdeki hafta üç doktor (nörolog, fizik tedavi uzmanı ve ortopedi uzmanı) randevum var.
ARA GÜLER’in ARDINDAN
2019 Yılında tek bir kitap yayımlayacağım: Türkiye’nin 1836 – 2010 yıllarında saptanmış görüntülerinden oluşan büyük boy bir albüm.
Yararlanacağım albümler:
1835 yılında yayımlanan İngiliz Lewis’Constantinople başlıklı kitabından İstanbul gravürleri.
1916 yılında Münih’te yayımlanan dieTürkei kitabındaki İstanbul’dan Yemen’e uzanan Osmanlı İmparatorluğu’nun 215 adet fotoğrafı.
1936 yılında Matbuat Umum Müdürü Vedat Nedim Tör’ün Münih’te yayımlattığı Türkiye Fotoğrafları prestij albümündeki OthmarPferschy fotoğrafları,
1980 yılında yayımlanan Sami Güner’in Turkeyalbümündeki fotoğraflar ile
Ara Güler’in Yüzlerinde Yeryüzü başlıklı kitabındaki fotoğraflardan seçeceğim 175 yıllık bir tarih albümü.
Bu kitaplar arasında en etkilisi Ara Güler’in büyük albümü.
Ara’yı dün Ermeni mezarlığında defnettik. Toprağı bol olsun.
Düne kadar Ermeni olduğunu bile bilmiyordum. Başta Erivan’dakiler olmak üzere dünyadaki tüm Ermenilere ders olsun, Türk milletinin Ermeni Ara Güler’e nasıl sahip çıktığı.
Belki bir ders alırlar, Türklerden bir insanlık dersi…

15 Ekim 2018 Pazartesi

Rahip BRUNSON ve Bizim Gariban Hakan ATİLLA "Mehmet Arif Demirer: Gazeteci-Yayıncı, Araştırmacı-Yazar" ERDOĞAN ve KILIÇDAROĞLU MARSHALL YARDIMLARI KONUSUNDA BULUŞTULAR

RAHİP BRUNSON ve BİZİM GARİBAN HAKAN ATİLLA
Mehmet Arif Demirer
Gazeteci-Yayıncı, Araştırmacı-Yazar
12 Ekim öncesi: ABD Başkanı Trump"PastörBrunson ile ilgili çok çalışıyoruz. Düşüncelerim ve dualarım Brunson'la. Çok yakında güvenli bir şekilde evine döneceğini umuyoruz."
12 Ekim günü İddia Makamındaki C. Savcısının nihai talepleri: 10 yıl hapis ve adli kontrolün kaldırılması.
12 Ekim günü bağımsız mahkemenin kararı: Üç yıl hapis ve tahliye.
13 Ekim günü Beyaz Saray’da Brunson’u ağırlarken Trump: “Bir süre önce sizi cezaevinden ev hapsine geçirmeyi sağladık. İki ay önce çözeceğimizi sanıyorduk… Türkiye ile ilişkilerimiz harika olabilir… kendisine bunu mümkün kıldığı için teşekkür ediyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan için de kolay değildi…”
13 Ekim günü AKP sözcüsü Ömer Çelik: “Dayatmalara, tehditlere prim vermedik.”
13 Ekim günü Cumhurbaşkanı Erdoğan: “CHP’nin İş Bankası hisselerinin Hazine’ye devrini sağlayacağız.”
14 Ekim günü Bahçeli’nin ORTADOĞU Gazetesinde manşet: O “İş” bitmiştir. Manşetin solunda bir fotoğraf: Cumhurbaşkanı Erdoğan; sağında bir fotoğraf: Müttefik Bahçeli.
Bu tablodaki eksik aktörler: Bizim gariban Hakan Atilla. İtirafçı Zarrab. Zarrab’dan rüşvet aldıkları iddia dilenler. 74 yaşındaki müebbet cezalı Nazlı Ilıcak. 23-23 yaşlarında, anaları babaları 15 yaşında iken TSK’ne, “Biz oğlumuzu en iyi bir şekilde vatan evladı olması için yetişirdik. Sana emanet ediyoruz. Sen de eğitimini en iyi şekilde tamamla ve ordumuza şerefli bir Türk subayı olarak hazırla.” diyerek teslim ettikleri yüzlerce Hava Harp Okulu öğrencisi. Onlar da Anayasayı ihlal ve darbeye teşebbüs suçundan ‘ömür boyu hükmü’ ile Silivri’deler.
Akla gelen ve cevapsız kalan sorular:
Zarrab’ın yurtdışına çıkışına neden izin verdik?
Ardından Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atila’yi neden ABD’ye gönderdik?
Hakan Atilla’nın tutuklu yargılanmasına, 32 ay hapis cezası almasında neden sustuk? Suçlu olduğunu mu kabul ettik? Öyle ise suçlu olduğunu bildiğimiz bir kamu görevlisini neden kendimiz yargılamadık?
74 yaşında bir kişinin, Brunson gibi evinde adli kontrol altında tutulmak şartı ile cezaevinden tahliyesini neden düşünmüyoruz?
15 yaşında TSK’ne teslim (emanet) edilen yüzlerce gencin eğitimini (eğer gerçekten darbeci oldularsa) yanlış yapanların cezalandırılması gerekirken neden yüzlerce gencin hayatını zehir ediyoruz?
Yargının gerçekten bağımsız ve vicdan sahibi olduğuna inanıyor muyuz?
Her iş bitti de İŞ Bankasının ATATÜRK hisseleri mi geldi gündeme?
Ne güzel enflasyonla topyekun savaş hızla devam ederken, hazır çeşitli kuruluşlar % 10 indirim talimatına uymak üzere yarışıyorlarken, dolar 6 liranın altına inmiş iken yeni ir gerginliğe ne gerek vardı?
T. C. Vatandaşları bir gün olsun akşam haberleri izlerken; yeni şehit bilgileri, iktidar-muhalefet polemikleri, “Fırat’ın Doğusu tehditleri” ile karşılaşmasalar iyi olmaz mı?
Son soru: 2017 Referandumunda EVET diyenlerin yüzde kaçı Türkiye’de yargının bağımsız olduğuna inanıyor? Tahminimi ekleyeyim: Yüzde yüzü !
13.10.2018 18:24 | Son Güncelleme:13.10.2018-18:55
AA
Son dakika | Erdoğan'dan Trump'a: Umuyorum ki ABD ve Türkiye iş birliğine devam eder
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD'li din adamı Andrew Craig Brunson hakkındaki mahkeme kararına ilişkin, "Sayın Başkan Trump, her zaman vurguladığım gibi Türk yargısı kararını bağımsız bir şekilde verdi." değerlendirmesini yaptı.
Erdoğan, ABD ile olan ilişkiler konusunda da 'Umuyorum ki ABD ve Türkiye iki müttefike yakışır biçimde iş birliğine devam eder' dedi.
Donald J. Trump
✔@realDonaldTrump
Pastor Andrew Brunson, released by Turkey, will be with me in the Oval Office at 2:30 P.M. (this afternoon). It will be wonderful to see and meet him. He is a great Christian who has been through such a tough experience. I would like to thank President @RT_Erdogan for his help!
17:06 - 13 Eki 2018
***
ERDOĞAN ve KILIÇDAROĞLU MARSHALL YARDIMLARI KONUSUNDA BULUŞTULAR
Mehmet Arif Demirer
Gazeteci-Yayıncı, 
Araştırmacı-Yazar
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 7 Ekim 2018 günü, (8 Ekim tarihli Hürriyet’ten alıntı):
“Hani bu meşhur Marshall yardımı meselesi var. Bu yardımın da öncülerinden biri de İnönü’dür. İnönü’nün o işe sadakati, bağlılığı o kadar ileridir ki, bakınız burada İnönü’yü görüyorsunuz, herhalde elindeki bayrağı da görüyorsunuz. Elindeki bayrak dikkat edin Türk bayrağı değil, Amerika… İnönü’nün ülkenim başında bulunduğu dönemde Amerikan yardımları bahane edilerek tüm stratejik savunma sanayi projelerimiz iptal edilmiş, araştırma geliştirme, üretim faaliyetleri durdurulmuş, fabrikaların kapısına kilit vurulmuştur. 4 Temmuz 1948 tarihinden itibaren Türkiye, Marshall yardımları almaya başladı. Buyurun Bay Kemal, hatırlatayım diye gösteriyorum.” Gösterilen İnönü’nün bayraklı fotoğrafı idi.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Uğur Dündar ile yaptığı söyleşide:
“Kayseri’de 1925’te uçak fabrikası kurduk… Sonra Marshall Yardımı başladı; bize şunu söylediler, ‘ne gerek var uçak üretiyorsunuz, ne gerek var gemi yapıyorsunuz, size uçak verelim, size gemi verelim.’ Uçak fabrikalarını, tersaneleri kapattık. Ulusal değerlerimizi körelten Marshall Yardımlarıdır.”(Haziran 2017) İnönü mü kapatmış bunları???
Bu da ATATÜRK’ün Bayar’a kurdurduğu Türkiye İş Bankasının saygın yayım kuruluşu Kültür Yayınlarının dört baskı yapan Mustafa Kemal’in Uçakları kitabından alıntı:
“…Türkiye’ninhiç ihtiyacı olmadığı halde 1947 yılında ABD ile Marshall yardımı adı altında antlaşma yapılarak Türkiye farkında olmadan bağımlı hale getirilmiştir…”
Bunlar da gerçekler: (Karayolu-Demiryolu Dengesinin Tarihçesi kitabımda yayımlanmıştır)
Marshall Yardımları, 2. Dünya Savaşı nedeniyle çöken Avrupa ekonomisini ayağa kaldırmak amacı ile, Savaş’a katılan Avrupa ülkelerine, onların sunacakları yatırım projeleri için kaynak oluşturmak (kredi ve/veya hibe) üzere Truman’nın Dışişleri Bakanı olarak atadığı Marshall tarafından tasarlanmıştı. Türkiye’nin sunduğu 616 milyon dolarlık projeler için talebi, “Siz Savaş’a katılmadınız, bu fondan yararlanamazsınız” diye geri çevrilmişti.
Osmanlı’nın perişan, aç ve çıplak bıraktığı Türkiye, Kurtuluş Savaşı’nın ardından ATATÜRK döneminde kendini biraz toparlamış,2. Dünya Savaşı’nın ekonomide yarattığı olumsuzlukları atlatmış ve Soğuk Savaş başlarken (1946 – 1948) Doğu Avrupa’yı işgal etmiş kuzey komşusunun gözlerini diktiği ve notalar vererek ısrarla Boğazlarda Ortak Yönetim (İstanbul ve Çanakkale’de Sovyet bayrağı ve donanması) taleplerini mertçe geri çevirmişti. Bir şeker fabrikası kuracak kadar (10 milyon dolar) dövizi ve kaynağı yoktu. Şeker tüketimini kısmak için fiyatlara % 60 zam yapmıştı. İşte bu ekonomik yetersizlikler içinde, Savaş nedeniyle ekonomisinin çok kötü olduğunu gerekçe göstererek, Marshall Planı kapsamına alınmak için ISRARLI ve RİCACI oldu. Bkz. 2 Şubat 1948 tarihli TBMM Tutanakları.
İşte Türkiye’nin 4 Temmuz 1948 günü ABD ile imzaladığı ikinci ikili antlaşma, Ekonomik İş Birliği Antlaşması, uzun süren görüşmelerden sonra ilk dilimi 10 milyon dolar olan bir kredi antlaşması idi. Antlaşmayı Dışişleri Bakanı Necmettin Sadak ile Bakanlığın Dış Ticaret Genel Müdürü, 38 yaşındaki, Fatin Rüştü Zorlu imzalamıştı.
O tarihte ne “stratejik savunma sanayi projelerimiz, ne de AR-GE çalışmalarımız vardı. Az sayıdaki fabrikalar üç vardiya çalışıyordu. 1952 sonuna kadar hibe ve kredi olarak tahsil edilen Marshall Yardımı 373 milyon dolar olup Dışişleri Bakanlığı tarafından ayrıntılı bir şekilde yayımlanmıştır: Türkiye’de Marşal Planı başlığı ile.
SONSÖZ: Marshall Yardımlarını yanlış yorumlamak, Türkiye-ABD ilişkilerini olumsuz etkilemekten başka bir işe yaramaz.

11 Ekim 2018 Perşembe

“Menderes sorumsuzca para bastı enflasyon da azdı” MEHMET ARİF DEMİRER (Ankara: 11 Ekim 2018 Perşembe, ANAYURT GAZETESİ)

“Menderes sorumsuzca para bastı enflasyon da azdı”
Mehmet Arif DEMİRER
Gazeteci, Araştırmacı-Yazar
Ankara: 11 Ekim 2018 Perşembe, ANAYURT GAZETESİ 
27 Mayıs’tan sonra çok sık tekrarlanmıştır bu iddia. Sinan Meydan da yazısında bu tür kulaktan dolma bilgileri şekerin 1955 yılında karneye bağlanması ile irtibatlandırmıştır:
“1954’teki kuraklık nedeniyle tarımsal üretim % 20 oranında düştü. 
Öyle ki, Türkiye 1954’de buğday ithal etmek zorunda kaldı. 
Birçok mal karaborsaya düştü. 1954 sonunda piyasada nal çivisi bulunmuyordu. 14 Mart 1955’de kişi başına 250 gr şeker dağıtımı başladı.”
Şimdi gerçeklere bakalım ve şeker ile başlayalım. 1950 yılı başında şekeri fiyatı 160 krş/kg idi. Üretim (ATATÜRK döneminden kalan dört fabrikada) zorlanarak, 137 bin tona çıkmıştı. Karaborsa ya da şeker bulamama sorunu yoktu.
1953 yılında Adapazarı, 1954 yılında Amasya, Konya ve Kütahya fabrikalarının yatırımları tamamlanarak üretime geçmeleri sağlanmıştı. Bunlar ATATÜRK Döneminde kurulan şeker fabrikalarından daha büyük kapasiteli fabrikalardı.
1954/155 şeker üretimi 370 bin tona çıkmıştı.
Buna rağmen 1955 yılı Mart ayında şeker neden talebi karşılayamamıştı da dağıtımı sınırlanmıştı? (Fiyatı 1950 yılının ikinci yarısından beri değişmemişti: 130 krş)
Bu soru elli yıldır ne sorulmuş ne de cevabı aranmıştır !
Karayolu – Demiryolu Dengesinin Tarihçesi, 1923 – 2015 başlıklı kitabımda ayrıntılı bir şekilde anlattığım gibi, ellili yılların ortalarından itibaren artan motorlu taşıt araçları (traktör, kamyon ve tenteli Jeep taksiler) ve köy yollarının yapımının hızlanması sonucu, daha önce ulusal üretimden pay alamamış (örneğin, şeker ile tanışmamış) köylü tüketici konumuna geçmeye başlamıştı. 1950’de 16 milyon köylü, 5 milyon kentli var iken 1955 yılında bir yanda genel nüfus artışı öte yanda yeni kurulmaya başlayan köy bakkalları sayesinde ulusal üretimden köylü nüfus da payını almaya başlayınca hiçbir mal yetmez olmuştu.
Ancak; 1956 yılı sonunda Kayseri, Burdur, Susurluk, Erzurum, Erzincan, Elazığ ve Malatya şeker fabrikaları da üretime başladıktan sonra, 1960 yılında 28 milyona çok yaklaşmış olan genel nüfusun tamamı şeker tüketebilmiş ve darboğaz sona ermişti. 1960 şeker üretimi 644 bin ton olmuştu. Türkiye 1950 – 1960 arasında çok hızlı büyümüştür. Üç çarpıcı örnek (rakamlar yuvarlanarak):
Toplam Bitkisel Üretim (Buğday – arpa, elma – armut, üzüm – zeytin vs.) 15 milyon tondan 35 milyon tona çıkmıştır.
Sanayide tüketilen elektrik enerjisi: 500 milyon kwst’ten 1 750 000 kwst’ ‘e yükselmiştir.
Çimento üretimi: 400 bin tondan 2 040 bin tona çıkmıştır.

Bunlar 8 milyar dolar karşılığı toplam yatırım sayesinde gerçekleşmiştir. O tarihte en büyük yatırım, ilk kapasitesi 500 bin ton yassı çelik (saç) olan ERDEMİR yatırımı, 300 milyon $ idi.
Bütün bu gerçekler 27 Mayıs’tan sonra yalnız Yassıada rezaleti tartışıldığı, Demokrat Parti iktidarı döneminde Menderes Hükümetlerinin yaptıkları hiç anlatılmadığı, belgelenmediği için, Sinan Meydan gibi Atatürkçüler ATATÜRK’ü tekellerine almış, Menderes, Zorlu ve Polatkan’ı 1961’deki idamlar yetmezmiş gibi sürekli asmaya devam etmişlerdi.

9 Ekim 2018 Salı

Bindikleri Dalı Kesenler-1.2 "Mehmet Arif Demirer Gazeteci, Araştırmacı-Yazar" Menderes’i 17 Eylül 1961 günü astık. Yetmedi. Çeşitli sanal gerekçelerle sık sık yeniden asmaya devam ediyoruz. Menderes karşıtlığı (düşmanlığı?) kanser gibi çaresiz bir hastalık. Bir kere yakalandın mı kurtulamıyorsun.

BİNDİKLERİ DALI KESENLER-1
MEHMET ARİF DEMİRER
Gazeteci-Yayıncı
Araştırmacı-Yazar
Menderes’i 17 Eylül 1961 günü astık. Yetmedi. Çeşitli sanal gerekçelerle sık sık yeniden asmaya devam ediyoruz. Menderes karşıtlığı (düşmanlığı?) kanser gibi çaresi olmayan bir hastalık. Bir kere yakalandın mı kurtulamıyorsun.
Bir örnek: ATATÜRK’ün, söylemediği şeyleri söylediğini iddia ederek manşetler atan SÖZCÜ Gazetesinin (30 Ağustos 2012. Birinci sayfanın tamamını kaplayan kalpaklı fotoğrafı ile 13 Temmuz 1923 günü söylediği iddia edilen sözler) köşe yazarı Sinan Meydan. 1 Ekim günü yayımlanan köşe yazısında yine Menderes – Erdoğan, DP – AKP benzetmesi yapmış.
ATATÜRK’ü tekellerinde görmek isteyenlerin görmek istemedikleri gerçekleri birer birer hatırlayalım:
Bayar’ın kurduğu ve Genel Başkan olarak iktidara taşıdığı Demokrat Parti ve Başbakan Menderes;
1950 yılında, iktidara gelir gelmez çıkardığı iki Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile devlet dairelerinde yalnız ATATÜRK fotoğraflarının asılı bulunmasını sağladı.
25 Temmuz 1951 tarihinde ATATÜRK’ün Devrimlerini koruyacak 5816 sayılı kanunu çıkardı.
10 Kasım 1953 günü 15 yıldır sandıkta bekletilen ATATÜRK’ü muhteşem bir törenle (oradaydım, merdivenlerde görevli izci olarak) vatan toprağına kavuşturdu. İktidara geldiğinde Anıt Kabir inşaatında mozole ara kat seviyesinde iken 8 Ağustos 1950’de çatı betonu dökülmüş, kaba inşaat tamamlanmıştı. 6 Haziran’da inşaatı gezen Bayar ve Menderes Bayındırlık Bakanlığı Müsteşarı İnşaat Yüksek Mühendisi Muammer Çavuşoğlu’na (Nazlı Ilıcak’ın babası) kesin talimat vermişlerdi: “10 Kasım 1953 gününe yetiştirilecek.”
29 Ocak 1954. ABD Başkanı Eisenhower’ın konuğu T. C. Cumhurbaşkanı Bayar, Kongre Kütüphanesine Türkiye’den getirdiği armağanı teslim etti: ATATÜRK’ün üç cilt NUTKU.
12 Şubat 1954. T. C. Başbakanı Menderes, bir mektup yazarak Dünya Bankası Türkiye Temsilciliğini kapattırdı. Temsilci Lieftinck’i de kovdu. Nedeni; CHP iktidarının son yılında Dünya Bankasına sipariş edilen, 1951 yılında tamamlanarak Menderes’e verilen, verilirken de “Bu senin ekonomi planın, dışına çıkmak yok” denilen Barker Planı dayatması ve Plan ilkeleri doğrultusunda büyük projeler kredilendirilmeyeceği için Gediz Nehri üzerinde kurulacak Demirköprü Barajı için kredi vermeyeceklerini Hükümete değil de ABD’yi ziyaret etmekte bulunan T. C. Cumhurbaşkanı Bayar’a tebliğ etmiş olmaları idi.
300 milyon dolar ek kredi talebine gelince. Evet Menderes, 1954 yılında ABD’yi ziyaret ettiğinde bu ek krediyi talep etmişti. Evet, bu talep karşılanmamıştı. Çünkü Kongre, Türkiye’nin büyümesini ve sanayileşmesini istemiyordu. Bunu da New York Times’da WellesHangen sık sık yazıyordu.
Ne zaman ki, Irak’ta kanlı 14 Temmuz 1958 ihtilali oldu, Türkiye’nin jeopolitik konumun önemi bir kat arttı ve 20 gün sonra kredi fazlasıyla (359 milyon dolar nakit ve 400 milyon dolar birikmiş ithalat borçlarının 1961 sonrasına ertelenmesi) gümüş tepsi üzerinde sunuldu.
Bu arada acil yatırımların (şeker ve çimento fabrikaları) çoğu tamamlanmış olduğu için 1946 yılında sabitlenmiş olan dolar kuru (2.80 TL/dolar) terk edilerek katlı kur sistemine geçildi. TL, ithalatta % 221 oranında devalüe edildi. Ayrıca bir sıkı para politikası uygulaması başlatıldı. % 221 devalüasyona rağmen 1959 enflasyonu % 15.6 oldu.
Bu gelişmelerden sonra Türkiye’nin başka kaynaklardan kredi aramak gibi bir sorunu kalmadı. 27 Mayıs’tan önceki beş ayda Türkiye’ye ABD’den çok ciddi boyutta yatırım sermayesi geldi. Yarın: Zorlu’nun yönlendirdiği dış politika ile DP iktidarı nereye gidiyordu ?
BİNDİKLERİ DALI KESENLER–2
MEHMET ARİF DEMİRER
Gazeteci-Yayıncı
Araştırmacı-Yazar
Zorlu, 1955 yılından itibaren fiilen, 1957 yılından sonra ise resmen Dış İşleri Bakanı idi. Denktaş’ın tanımlaması ile, “O’nu, BM’de Genel Kurula ve Güvenlik Konseyi’ne hitap ederken izledim. Konuşan, kişi değil, Türkiye’ydi sanki, hem de Atatürk’ün egemenlikten taviz vermeyen Türkiye’si”idi.
Zorlu, Adnan Menderes Hükümeti’ni Kıbrıs’ta TMT’nin kurulmasına, Uzak Doğu ile ilgilenmeye, Hindistan ile ilişkiler kurulmasına ikna etmiş ve 1958 yılından itibaren bu alanlarda ilk adımlar atılmıştı.
1959 yılında ABD, NATO müttefiklerine danışmadan, Sovyetler Birliği ile buzları eritmek görüşmeleri başlatınca, Zorlu Bayar ve Menderes’e, “Madem ki, ABD bu yönde bir adım atmıştır, Sovyetler Birliği ile en uzun sınırı bulunan ülke Türkiye’dir. Biz de kimseden izin almadan bu ülke ile ‘normal komşuluk’ ilişkileri başlatalım,” diyerek Sağlık Bakanı Dr. Lütfü Kırdar’ın Arsalık ayında Moskova’ya gitmesini sağlamış ve dönüşünde getirdiği öneriler doğrultusunda ilk olarak veteriner ilişkileri ile görüşmelere başlanabileceğini önce Sovyet Büyükelçisine, daha sonra (1960 Nisan ayında) ABD Büyükelçisine bildirmişti. Sovyet Büyükelçisinin kredi teklifi de nezaket kuralları çerçevesinde reddedilmişti.
“Menderes, Moskova’ya kredi dilenmeye gidecekti. ABD kızdı ve CIA 27 Mayıs’ı yaptırdı” diyenler hem cahil hem de yalancıdırlar.
Bu konuda son nokta 27 Mayıs’tan üç gün öncesine kadar Ankara’da ağırladığımız Nehru’nun dört günlük ziyareti idi. Nehru, dünyadaki Bağlantısız Ülkeler topluluğunun de facto lideri idi. Türkiye ise hem NATO üyesi hem de Pakistan’ın CENTO müttefiki idi. İşte o Nehru Türkiye’nin yeni dış politika eğilimine (NATO-CENTO üyesi ama ATATÜRK çizgisine de sımsıkı bağlı: Yurtta Sulh – Cihanda Sulh) saygı duyduğu için bir NATO üyesi ülkesinin Başbakanı Menderes’i ziyaret etmişti.
27 Mayıs ilebu hassas dengeler değişti. 
Türkeş o sabah: “NATO’ya, CENTO’ya bağlıyız.”
“Menderes, Türkiye’yi gırtlağına kadar borç batağına sürükledi” sürükledi iddiasına gelince… Menderes’in devir aldığı dış borç: 916 milyon dolar.Menderes’in devrettiği dış borç: 1 milyar 38 milyon dolar.
Fark: 122 milyon dolar artış. Kaynak: DPT Yayını Kalkınan Türkiye, Yayın No 772, sf. 14
Buna karşı Menderes’in gerçekleştirdiği (tamamlayıp üretime geirdiği) yatırımların tutarı (dolar olarak) 8 milyar dolar. Kaynak: DPT, Birinci Beş Yıllık Plan, sayfa 16.
Şimdi sıra yazının başlığında: Bindikleri Dalı Kesenler. Örneğin, “ATATÜRK’ün kurduğu uçak fabrikalarını Menderes kapattı” ya da “ATATÜRK, İstikbal Göklerdedir dedi, Tayyare Cemiyeti’nin açılış töreninde” diye yazan/konuşan SÖZCÜ yazarı Sinan Meydan. Sağlam bir Atatürkçüdür.
Önce istatistik bilgi: 1950 -2018 yılları arasında yapılan tüm milletvekili seçimlerinde CHP’nin aldığı oyların ortalaması (Ecevit’in zirve yapan 1973 ve 1977 oyları dahil) % 29’ın altında. Muharrem İnce de o kadar desteğe rağmen % 30’da kaldı.
Bu durumda tabanları Necip Fazıl Bulvarında buluşan AKP – MHP ittifakı ilelebet iktidarda, Türkiye de Tek Adam Yönetiminde kalır.
Eğer Cumhuriyetçi, laik ve demokratik bir Türkiye’de yaşamak istiyorsanız Menderes – Erdoğan, DP – AKP benzetmelerinden (ki, çok yanlıştır) vaz geçerek Cumhuriyetçileri temsilen CHP ile Demokratları temsilen Bayar- Menderes DP’sini, onu devam ettiren gerçek Merkez Sağ seçmenini, bu uğurda bir araya getireceksiniz, bindiğiniz dalları keserek, karşı karşıya getirmek yerine. NOKTA.
Bir sonraki yazı: 
Ellili yılların ortasında 1954 – 1958, enflasyon niye yükseldi, 1955 yılında şeker neden karneye bağlandı?

4 Ekim 2018 Perşembe

Üçüncü Hava Limanı'nın Adı, ‘CUMHURİYET’ Olsun "Mehmet Arif DEMİRER Gazeteci-Yayıncı, Araştırmacı-Yazar" - Orta Vadeli Programda’da 3D Vurgusu - Amerikalı Mühendis İş Adamı THORNBURG’un "FORTUNE DERGİSİ MAKALESİNİN (Ekim 1947) SON İKİ PARAGRAFI"

ÜÇÜNCÜ HAVA LİMANININ ADI, ‘CUMHURİYET’ OLSUN
Mehmet Arif DEMİRER
Gazeteci-Yayıcı, Araştırmacı-Yazar
Madem ki, tesisi, 1976 yılında Erbakan’ın Milli Görüş yayınlarındaki (5 Kasım 1976, tarihli Sebil Dergisinin kapağnda, büyük karakterlerle) “29 Ekim’de Bayram Olmaz” beyanından çok farklı olarak en büyük bayram gününde açıyoruz, o zaman ATATÜRK’ün Onuncu Yıl Nutku’nda söylediği gibi hala daha en büyük eserimiz olan CUMHURİYETİMİZ’e saygımızı ve bağlılığımızı vurgulamak üzere açılışını 29Ekim 2018 günü görkemli bir şekilde yapacağımız Üçüncü Hava Limanımızın adı da CUMHURİYET olsun.
BAYAR’IN KURDUĞU BANKAYA EL ATARAK HALK BANKASINA BENZETMEK
SahtekarZarrrab’ı elimizden kaçırdık. ABD’ye ulaştığında gazaltına alındığını görmezlikten geldik ve Zarrab’tan hemen sonra Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı gariban Hakan Atilla’yı görevlendirerek ABD’ye gönderdik. Tutuklandı, yargılandı, Zarrab’ın pis işleri nedeni ile 32 ay hapis cezası aldı. Şimdi bir Amerikan cezaevinde yatıyor.
ATATÜRK, 1924 yılında Hindistan Müslümanlarının Kurtuluş Savaşı ihtiyaçlarını karşılamak üzere gönderdikleri paradan üzerinde kalan 250 bin lira ile Celal Bayar’a bir banka kurdurdu: Türkiye İş Bankası.
5 Eylül 1938 günü Dolmabahçe’de noter önünde imzaladığı vasiyetinin Banka’daki hisseleri ile ilgili bölümünü veriyorum:
“Malik olduğum bütün nukut ve hisse senetleri ile Çankaya'daki menkul ve gayrimenkul emvalimi C. H. Partisine atideki şartlarla terk ve vasiyet ediyorum:
1. Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır…
6. Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir. K. ATATÜRK”
Aradan 80 yıl geçti. Eylül, 2018. Ekonomide Cumhurbaşkanlığı sözcüsünün deyimi ile ‘Türbulans’ yaşıyoruz. Dolar 6.3 lira,domates ile yarışıyor. Katar’ın hediye ettiği 500 milyon dolarlık uçağı tartışıyoruz.
Zarrab’ın eşi ABD’ye gitti. Zarrab’ın da New York’ta çekilmiş fotoğrafları yayımlandı. Hazine Bakanı “Bundan sonra Denge, Disiplin ve Değişim” diyor. İşte tam bu kritik dönemeçte aklımıza T. İŞ Bankası’nın Vasiyet ile CHP’ye devredilen %28 hissesi geliveriyor. Yeni Şafak’ın manşetindeki mesaj çok açık: “Derhal Hazine’ye devredilsin.” Ki, Hazine; bankanın iç işlerine elini uzatsın, yavaş yavaş Halk Bankası’na benzetsin.
CHP – DP ilişkilerinin en gergin olduğu dönemde bile bankanın içişlerine müdahale edilmemişti. Tersine 1956 yılında kurulan Kültür Yayınlarının başına CHP eski Milli Eğitim Bakanı atanmıştı. Demokrat Parti iktidarı, Banka’nın kültür işleri ve yayımcılık kuruluşunun başına bir eski DP bakan veya milletvekilinin değil, CHP’nin yıllarca Milli Eğitim Bakanlığını yapmış, üstelik Köy Enstitüleri girişimini başlatmı,ş bir kişinin getirilmesini engellememişti.
Ayrıca ortada bir de ATATÜRK’ün noter önünde imzaladığı vasiyet var. Hiç önemli değil, “Kriz yok, manipülasyon var” gibi “Vasiyet yok. Masiyet var üstelik imza da sahte (montaj)” diyerek geçiştirişin, olur biter.
Devlet Bankaları oldum olasıya gerektiği gibi yönetilmemişler, sürekli siyasi iktidarların çeşitli müdahalelerine muhatap olmuşlardır. Bunun en dramatik örneği Genel Müdür Yardımcısı ABD’de mahkeme kararı ile 32 ay hapse mahkum olan Halk Bankası’dır. Zarrab ile iş birliği yaparak yasadışı yollara sapmış, rüşvet alışverişlerine tanık olmuştur.
ATATÜRK’ün Bayar’a kurdurduğu Türkiye İş Bankası’na el atmaktan vaz geçin, üstelik o Vasiyet de VAR.
***
ORTA VADELİ PROGRAM’daÜÇ‘D’ VURGUSU
Mehmet Arif DEMİRER
Gazeteci-Yayıcı, Araştırmacı-Yazar
Hazine ve Maliye Bakanı’nın 20 Eylül günü açıkladığı Orta Vadeli Programda (OVP) üç ‘D’ vurgusu yapıldı: 
Denge – Disiplin – Değişim.
Yandaşlar da bu üç sözcüğü GURURLA manşetlerine taşıdılar.
“Durum böyle olunca Yorumu eklemek da bana düşer,” diye yazıyorum:
Bir ülkede kur beş ayda % 60artmışsa, enflasyon her türlü beklentileri aşarak yükselmiş ayrıca faizler, işsizlik ve dış borç da rahatsız eden boyutlarda ise seçimlerden sonra kurulan hükümette Para ve Ekonomi ile ilgili tüm sorumlulukları yüklenen kişi (Sayın Albayrak) orta vadeli bir plan açıklayarak üç D vurgusu yapınca, insan doğal olarak şöyle düşünüyor:
Demek ki, 16 yıldır bunlar yokmuş. Ekonomi dengede değilmiş. Maliye politikalarında disiplin yokmuş. Demek ki, ciddi bir değişim gerekiyormuş.
İşte Sayın Albayrak’ın açıkladığı OVP’nın ön yargısız düşünebilen vatandaşlarda (örneğin 16 Nisan Referandumunda HAYIR diyenler) bıraktığı izlenim bu.
ÇUMRA ŞEKER FABRİKASI
Türkiye’nin en büyük (Üretimi, yılda 300 bin ton şeker) ve en modern şeker fabrikası Konya Çumra’da. Bugünkü değeri 200 milyon dolar.
(Çumra Şeker Fabrikası gibi 5 şeker fabrikası kursak 1 milyar dolar ödeyeceğiz.)
Şimdi gelin, bu 200 milyon doları bir şeylerle karşılaştırarak değerlendirelim: Mesela, dış borçlarımızla. Türkiye’nin 31 Mart 2018 itibarı ile brüt dış borcu 467 milyar dolar.
16 yıl önce brüt dış borç 130 milyar dolar imiş. 16 yıllık artış, 337 milyar dolar. Bu para ile kaç Çumra Şeker Fabrikası kurulabilirdi? 337 x 5 = 1 685.
Eğer çeşitli sektörlerde, dünyanın en modern tesislerinden biri olan Çumra Şeker Fabrikası gibi, üretime yönelik 1 685 tesis kurmuş olsa idik, bugün “Denge-Disiplin-Değişim” yerine gündemde refaha yönelik çok farklı konular olurdu. İşsizlik diye bir sorunumuz olmazdı.
www.yeniakit.com.tr’den BİR ALINTI İLE 18 YIL GERİYE BAKARSAK
“Gaziler Günü’nde ekonomik saldırıya değinen Başkan Erdoğan,‘Kriz filan, sakın ha bunlara aldırmayın, bunların hepsi manipülasyondur, bizde kriz filan yok, güçlenerek geleceğe yürüyoruz’ diye konuştu.” 20 Eylül 2018.
2 Aralık 2000 tarihinde T. C. Başbakan Yardımcısı Mesut yılmaz da o günün ‘Kriz’i konusunda şöyle konuşmuştu:
“Kriz aşıldı, diyemem. Ama tamamen psikolojik bir krizdi. Reel nedenlere dayanmıyordu. Gerekli bütün tedbirler alındı…” 2 Aralık 2000 tarihinde 1 dolar 680 bin lira idi. (Altı sıfırı atınca 68 kuruş)
2 Aralık 2000’den 78 gün sonra (19 Şubat 2001) Türkiye “Eşi görülmemiş bir Kriz”e girdi. Dolar 1 milyon 300 bine (1.3 lira) fırladı. Korkunç bir işsizlik yaşandı. Okyanusun ötesinden Kemal Derviş diye bir adam geldi. IMF’in dayattığı bir dizi kanun çıkarttı TBMM’den
2001 yılında enflasyon % 70’e dayandı. Türkiye küçüldü. 2002 yılında yeni dengeler oluştu:dolar 1.5 lira, enflasyon %18 (düşme eğiliminde) brüt dış borç, 130 milyar dolar.
2001 yılında IMF vardı. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’ne uçak hediye eden Katar var.
2001 yılında 34 bakanlı 57. Hükümet vardı: Ecevit – Bahçeli – Yılmaz koalisyonu.
Bugün AKP ile müttefiki MHP varlar. CHP ile İYİ Parti ise YOKLAR. Sorun da burada.***
***
Bu iki alıntıyı, Thornburg Raporunu okumadan, ‘Amerikan Reçetesi’ diye eleştiren kişilere (aralarında bir Prof. Dr. unvanlı Akademisyen ve T. İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanan ve birkaç baskısı yapılan bir kitabın yazarı da var) ve Kültür Yayınları yönetimine ithaf ediyorum:
AMERİKALI MÜHENDİS İŞ ADAMI THORNBURG’unFORTUNE DERGİSİ MAKALESİNİN (Ekim 1947) SON İKİ PARAGRAFI
“There is perhaps no country in the World with potentialities richer than those that are locked up in Turkey today, together with fundamental conditions more favourable for their release and initial development. Not the least important is the character, the courage and the industry of the 19 million Turks. But their republic is young and they still have to make many decisions. These decisions will be theirs, but we have ours too, and one of ours has to do with the uses to which our resources shall be applied. Turkey’s case brings this question into sharp focus.

“If President Inönü’s recent declaration means an end to one-party dictatorship, if the ministers’ recent pledges to support free enterprise mean honest effort to develop it, and if Turkey requests our help in terms that bear out these intentions, then we have an opportunity we cannot afford to miss to invest not only our capital but our services, traditions, and ideals.” NOT: Fortune Makalesi, dahasonrayayımlanan Thornburg Raporu’nunkısabirözetidir.
Ahmed Emin Yalman’ın 1948 yılında VATAN gazetesinde yayımlanan çevirisi:
“Dünyada hiçbir memleket yoktur ki, inkişaf imkanları bakımından Türkiye kadar zengin ve istidatlı bulunsun.[1]Yeni yeni inkişafların kök tutması için bugünkü dünyanın hiçbir kısmı Türkiye kadar müsait şartlar arz etmiyor. Bu imkanların en mühimlerinden biri de on dokuz milyon Türk’ün seciyesi, cesareti ve dürüst çalışkanlığıdır.[2]

“Türk Cumhuriyeti henüz gençtir ve çok esaslı karar vermek vaziyetindedir. Kararları vermek Türklere ait bir meseledir. Bunun bizimle alakası olan tarafı; bir takım Amerikan maddi yardımlarının Türk davasını yürütmek bakımından ne şekilde kullanılmasının tayin edilmesidir. Bu mesele bugün Amerika’da umumun dikkatini çeken hararetli bir iş manzarasını almıştır.

“Eğer Başkan İsmet İnönü’nün son beyanatı[3]tek parti diktatörlüğüne nihayet verilmesi manasına geliyorsa, eğer hususi teşebbüse taraftar olduklarını son zamanlarda temin eden Türk Bakanları[4]bu sahanın inkişafı için samimi gayretler sarf ederlerse ve Türkiye bu husustaki iyi niyetlerini belirtmek sureti ile bizden yardım isterse; işte o zaman Türkiye’ye yalnız sermayemizi değil, aynı zamanda hizmetlerimizi, tecrübelerimizi ve ideallerimizi vermek için öyle bir imkan karşısında kalmış oluruz ki, bunun feda edilmesini kimse caiz görmez.”
[1]70 yıl sonra 467 milyar dolar dış borcu var.
[2] Fırsat budur, diyerek “ince belli bardakta çayı 18 liraya” satmıyormuş o 19 milyon Türk 1947 yılında. Dürüst ve çalışkanmış
[3] 12 Temmuz 1947. Aynı tarihte ilk Türk-Amerikan ikili anlaşma imzalanmıştı: Türkiye’ye 100 milyon dolarlık askeri malzeme yardımı antlaşması.
[4] Örneğin 1948 yılında Amerikalı Hilts ile Türkiye’de iş makinesi kullanılarak karayolu yapımcılığı hamlesini başlatacak Nihat Erim. Dış Ekonomik İlişkilerden sorumlu, Mehmet Barlas’ın babası, Cemil Sait Barlas.